Richard ve ötekiler

İstanbul Harbiye Cemil Topuzlu Açık Hava Tiyatrosu’nda Okan Bayülgen’in uyarladığı, yazdığı ki Shakespeare’in yüzde 20’lik kendisinin yüzde 80’lik payı olduğunu belirtiyor ve başrolünü üstlendiği ‘Richard’ oyununu izledim.

Bayülgen, her şeyden önce mükemmel bir şovmen. Bu tanımı, oyunculuğu daha üst bir mertebeye koyarak onu küçümsemek için değil; tam tersine, çağımızın tüm sanatları ve hatta hayatı içeren formatı olan şovdaki başarısının altını çizmek için yapıyorum.

Nitekim sahnelemedeki, oyundaki ve en önemlisi performansın sonunda seyirciyle yapılan siyaset meydanıvari toplantı buluşundaki yaratıcılığını, bir tiyatro etkinliğinden çok şovla bağdaştırıyorum. Hatta oyun tanıtımı için dağıtılan kartonetteki metni de şova dahil ediyorum.

YABANCI/ÖTEKİ SORUNU

İçine Shakespeare’in Tudorlar’ı aklamak için böyle bir III. Richard algısı yaratmasının dahil edildiği Büyük Britanya Krallığı resmi tarihini ters yüz etmek gibi bir iddia taşıyan metin, evvel ezel sosyopolitik anlama sahip yabancı/öteki sorununu günümüzün mülteci söylemiyle zenginleştirmeye çalışıyor.

Yazarın kartonette belirttiği, özellikle J. Baudrillard, A. Badiou gibi çağdaş sosyologların, klasik oyunu retrospektif olarak etkileyip değiştirmede ne denli payı bulunduğunu anlayamadım. Oyun sonrası tartışmalarda da barizleştiği gibi, tabii ki zikredilerek değil, H. Arendt’in kötülüğün sıradanlığı, S. Milgram’ın kitlelerin kötülüğe hiçbir açık baskı olmadan boyun eğişi, W. Reich’in dinleyen küçük adamı, L. Althusser’in sanatın ve sanatçının ideolojik aygıt olarak kullanılmasıyla ilgili teorisi, M. Halbwachs’ın icat edilmiş geleneği vs., sanırım kaleme alınırken hiç düşünülmemiş olsalar dahi Bayülgen’in metin ve rejisi içerisinde daha görünür haldeler. Üst üste bindirilen resmi tarih tezi ve III.Richard/Richard Hell ‘tahayyülü’ anti tezi oluştururken; sentezin, kısmi interaktif rejiyle, tezin tekrarı biçiminde zuhur edivermesi muhteşem performansın hedefinin ne olduğu konusunda kafa karıştırıyor. Sanırım, Bayülgen büyük bir iyimserlikle sonuçta tezin yinelenmesini, yani maalesef kral ve/veya mülteci Richard’ın izleyici tarafından resmi tarih ve günümüz değerleri uyarınca hala olumsuzlanmaya devam etmesini görmüyor veya görmek istemiyor. Öncelikle yine şovmen başarısı olarak finalde koca açık hava tiyatrosunu neredeyse bir nefeste dolaşan Okan Bayülgen’in ve sahnedekilerin haykırdığı, aslında oyun boyunca ters yüz edilmeye çabalanan slogan/resmi tez, seyirci tarafından maalesef yaygınlıkla tekrarlanıyor.

‘ÜST SINIFLAR ÖZGÜRDÜR AMA YOKSUL NÜFUS İTAAT EDER’

Söyleşide Bayülgen Ekşi Sözlük’e atfen, aslında bu ‘resmi tarihi tekrarlayan’ sloganın (verili değerin) izleyici tarafından haykırılmadığını belirtti ve bunu, haklı olarak, oyunun başarısı olarak gösterdi. Oysa ben iyi bir gözlemci olarak seyircinin içindeydim. Maalesef tekrarlanıyor slogan, yani yabancıyı/farklıyı dışlayan algı. Yine söyleşi sırasında Bayülgen ön sıralarda pahalı koltuklarda oturanların bu sloganı yinelemediğini, arkalara gidildikçe ucuz koltuklardaki izleyicilerin sloganı tekrarladığını kendi de söyledi. Kural zaten budur ve sosyal psikolojinin en son araştırmaları da (doğal bir laboratuvar olarak açık hava tiyatrosundaki seyirci davranışı da) ve özellikle Avrupa’da yabancı düşmanlığından yükselen sağ da bunun göstergesidir. Üst sınıflar özgürdür ama giderek daha çoğalan yoksul nüfus itaat eder.

Öte yandan, farklı yerlere oturarak izlemeye imkan bulduğum oyun sırasında önemli sayıda seyircinin cep telefonunda vakit geçirdiğini gözlemledim. Bir Okan Bayülgen şovunda bulunmaktı amaç ve postmodern ‘oradaydım’ haline ödendi o en ucuzu bile alım gücüne göre yüksek bilet ücretleri. Dolayısıyla, oyunda da geçtiği gibi, mealen, artık liderler sadece uyum değil, tapılmak istiyor ve de kitleler de tapılacak biri arayışında. Son sahnede her anlamda ‘yükselen’ Bayülgen’in sloganını, rejide muhtemelen tersi amaçlandığı halde, çoğunluğun tekrarladığına tanık oluşum bununla da ilgili.

Diğer bir deyişle, hedefine ulaşmıyor oyun. Bunun en büyük göstergesi ise izlediğim akşam, oyun sonrası seyirciden gelen yorumlar. Her toplantıda izleyiciye söz düştüğünde kendi bildirisini sunanlar çoğunluktadır. Yorum ve tartışma nadirdir. Yine bu minvalde olan ve belki bilmeden Shakespeare oyununun mesajını yani hala sistemce makbul söylemi yeniden üreten bir seyirci, performansın amacının bir arpa boyu yol gidecek kadar bile aktarılamadığının örneğini sundu: İsveç’te yabancıların oradaki sisteme nasıl uyduklarından dem vururken, Türkiye’dekilerin ise ters düşmekte ısrarcı olduklarını içeren görüşünü aktardı. Öncelikle İsveç’te başbakan O. Palme suikastinde ilk olarak ve asıl katil yakalanana dek yıllarca bir mülteci grubun suçlandığını hatırlatmak isterim.(1) Tabii ki böyle bir anti tez/cevap sunan olmadı! Üstelik her zaman siyaseten doğrucu olan Bayülgen, aslında oyununun karşıtı bir mesaj içeren bu görüşü şöyle destekledi: (Mealen) “Almanya’daki Türkler mesela, nasıl kaynaşmış. Onların oturduğu Kreuzberg mahallesi tam bir yükseliş içerisinde, sanatçılar falan artık orada oturmak istiyor.” Bir düzeltme de Bayülgen’e gelsin o zaman: Yoksulların ve mültecilerin oturduğu metruk mahalleler özellikle Batı metropollerinde alan kazanmak ve şehir rantını artırmak için ‘mutenalaştırılmakta’ son zamanlarda. Ancak bu durum yoksullarla/göçmenlerle birlikte yaşamak için değil, onları şehirden kovmak için geliştirilen bir politika. Sulukule projesinde çingenelerin yerlerinden edilmeleri gibi. Dolayısıyla Kreuzberg’e Türkler’i çok beğenip komşu olmak için değil, Türkleri kovmak için gidiyor Almanlar.(2)

Hasılı Bayülgen’in oyundaki mesajı, yani yabancı/öteki/farklı/mülteci meselesinin gerek III. Richard gerek Richard Hell üzerinden eleştirilerek bu kutuplaşmaya dair sorular sordurması, bence seyirciye neredeyse hiç geçmiyor. Çünkü gösterinin rejisi ve ekibi de siyaseten doğruculuk adına bu mesajı sanki içselleştirememiş. Söyleşi sırasında sahnede yer alan, gitmek isteseler de Bayülgen’in engellediği; ama kendisi hariç, onlarla ilgili konu açılsa dahi ekipten kimsenin konuşmadığı (en azından ben çıkana kadar) görüntü de bu kanaatimi pekiştiriyor: Okan Bayülgen ve ötekiler.

Harika bir one man show.

1. “Olaf Palme Suikasti”, https://tr.wikipedia.org/wiki/Olof_Palme_suikast%C4%B1.
2. D.Kadıoğlu-Polat; “ ‘Now the German comes’: The ethnic effect of gentrification in Berlin”,Sage Journal, Cilt 20, Sayı.1 https://journals.sagepub.com/doi/full/10.1177/1468796818810007

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

x